2016-2017 adli yıl açılış töreninde ilk konuşmayı Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit yaptı.
Yrgıtay Başkanı’nın konuşmasından satırbaşları:
2016-2017 Adli Yılı’nın ülkemize, milletimize ve tüm insanlara barış, huzur ve mutluluk getirmesi dileğiyle açıyorum. Geçmiş yıllarda kaybettiğimiz fedakar arkadaşlarımızı, güvenlik güçlerimizi ve 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen saldırıda hayatını yitiren demokrasi şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Emeklilik gibi sebeplerle aramızdan ayrılan arkadaşlara başarılar diliyorum.
Türk yargısına yapmış oldukları hizmet ve katkılar daima hatırlanacaktır. Milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutluyor, ulu önder ve silah arkadaşlarını şükranla yad ediyorum.
Bu özel ve anlamlı günün açılışını yapmanın heyecanını yapıyorum. Geçen yılki konuşmamda Türk yargısının iyi bir durumda olmadığını belirttikten sonra gelecek için sorunlu alanlardan soğan risklerin kontrol altına alındığını ifade etmiştim. Geçen yıldan bu yıla kadar önemli değişiklikler meydana geldi. 20 Temmuz 2016’tan itibaren istinaf mahkemeleriyle 3 dereceli makemelere kavuşmuş olduk. Bunun yanı sıra Türk yargısının üzerinde olan ağır iş yükünün, gelecekte de artacak olan iş yükünün azaltılması için çok önemli toplantılar yaptık. Bu toplantılarda alınan kararları da kamuoyu ve yasa yapıcılarla paylaştık. 15 Temmuz’da vuku bulan darbe girişimi devletin tüm kurumlarında olduğu gibi yargımızda da sarsıntılar meydana getirmiştir. İşleyişin daha iyiye gideceğini, kişisel ve kurumsal anlamda her türlü fedakarlığımıza hazır olduğumuzu belirtmek isterim.
Kurulduğu 6 Mart 1928’den beri ülkesine fedakarlıkla hizmet etmenin haklı gururunu yaşamaktadır. Türk hukukunun oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Yargıtay’da görev yapan, emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum.
Sayın Cumhurbaşkanım, kültürel çeşitlilik dezavantaj değil, Türkiye’nin varlığının itici gücüdür. Demokrasi ve çağdaş değerlere bağlı kaldığımız, özümsediğimiz taktirde kültürel çeşitliliği zenginliğe dönüştürebiliriz.
Gönül almak, bağışlamak, kin beslememek gibi duygu ve düşüncelerin temelinde hoşgörü yatmaktadır. Yunus Emre’yi evrensele taşıyan “Yaradanı severim yaradandan ötürü” sözü, geniş kitlelere ulaşmıştır. hoşgörüye dayalı bir düzenle demokratik değerleri yükseltmeliyiz ve uzlaşı kültürünü genişletmeliyiz. Mevlana’nın dediği gibi bizler ancak birbirimizi kucaklayarak uçabiliriz. Daha çok bir araya gelmeliyiz. Teknik düzeyde olan pek çok sorunun çözümü günümüzde ihtiyaç duyulan uzlaşı kültürünün gelişmesinde katkıda bulunacaktır.
Ülkemizde bölücü terör dış destekli olarak varlığını sürdürmekte olup, terörle mücadele ülkemizin en meşru hakkıdır. Devletimiz hukuk çerçevesinde terörle mücadeleyi sürdürecektir. Yoğun bir şekilde bölücü terör örgütünün saldırılarına maruz kalan bölge halkının teröre karşı duruşunu taktirle karşılıyoruz. Terörü bitirmek için herkes görevini eksiksiz yerine getirmelidir. 15 Temmuz 2016 tarihinde milli birlik ve bütünlüğümüze, demokrasimize, insan haklarına, hukuk devletine, insanı insan yapan tüm değerlere yönelik FETÖ adına gerçekleştirilen hain saldırıyı kınıyorum. Bu saldırı, ülke yönetimini ele geçirmeye yönelik olarak nitelendirilemez. Askerin, polisle, vatandaşlarla sonu gelmeyecek bir çatışma ortamına sürüklenebileceği bir girişimdir. Bir anda ülkenin kan gölüne dönmesine neden olabilecek bir eylemdir. Türkiye’nin iç savaş ve kardeş kavgaları içinde yok olmasına neden olabilecek bir eylemdir. Bu bir darbe değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesinin değil, yok edilmesini amaçlayan bir eylemdir. Hangi kaynaktan gelirse gelsin hain örgütün tüm destekçilerini etkisiz hale getiremezsek gelecekte de benzer saldırılarla yüzleşmek zorunda kalabiliriz.
Çok sevgili Batılı dostlarımız “FETÖ’yü” kastederek silahsız terör örgütü olur mu diye soruyorlardı. Şimdi de ben soruyorum, Türk demokrasisinin tecelligahı olan TBMM’yi bombalayan, masum sivilleri tarayanların kullandıkları silah değil midir? Bunları silah saymayan hukuk düzeni var mıdır? Hain saldırı Batılı dostlarımız tarafından kınanmamış, hayal kırıklığı yaratmıştır. Söz konusu ülkelerin açıklamalarını samimi ve iyi niyetli olarak değerlendirmek güçleşmekte, Türkiye’nin çabalarını zorlaştırmaktadır.
15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden çok net bir şekilde anlaşıldığı üzere 2008 tarihinden bu yana sahte delil üretme, yasa dışı teknik takip gibi hukuk bir silah gibi kullanılmış. Emir-komuta kademesi diri diri toprağa gömülmüş, boşalan koltuklara terör örgütü militanları yerleştirilmiştir. O dönemde yapılan adli işlemlerin insan haklarını ihlal ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da tespit edilmiştir. Bu noktada bu tür eylem ve girişimlerin içinde olanlara adaletten başka hiçbir borcumuz olmadığını vurgulamak isterim. Herkes gibi FETÖ terör örgütleri de hukuka uygun, adli ve bağımsız bir şekilde yargılanacaklardır. Kuvvetler ayrılığı yasama, yürütme, yargı olarak tanımlanmaktadır. Kuvvetler ayrılığı, aralarında iş birliği olan farklı organların devleti yürütmesidir. 1982 anayasanının başlangıç bölümünün dördüncü paragrafında kuvvetler ayrılığının devlet organlarında üstünlük sırası olmadığı, üstünlüğün ancak anayasa olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devletinde, hukukun üstünlüğünün uygulanmasıyla gerçekleşeceğinden şüphemiz yoktur.
Son günlerde kamuoyuna yansıdığı üzere devleti ve toplumu derinden etkileme potansiyeli taşıyan, yargı alanında yapılması konuşulan değişiklikler konusunda Yargıtay’ın da görüşünün dikkate alınmasının faydalı olacağı düşüncesindeyim. Hukuk sistemi hakların normatik şekilde korunmasıyla oluşur. “Hakim, bilge, anlayışlığı, doğru, güvenli, saygın” olmalıdır.