Yeter Ki Kararmasın’da bir mektubu şöyle bitiriyor Onat Kutlar: “Yaşadığımız günlerin toprağına acının, yalnızlığın tohumları ekiliyor her gün. Ama gene de hiç unutmadan yapabileceğimiz bir şey var: Bir insan elinin sıcaklığındaki dayanışmayı gerçekleştirmek.” Ah Onat Kutlar… Yeryüzünün en güzel mektuplarını dökerken kaleminden, biliyor muydu acaba, yıllar yıllar üstüne birikse bile bu cümleler her zaman bir boşluğu dolduracak. Biliyor muydu, gün gelip de yarınları göremez olduğunda bedeni, kaleminden döktüğü kelimeler her çıkmazı, her yolu, her köşe başını böyle aydınlatacak…
*
Avcumuzda bir tutam sayı, biraz kan, biraz gözyaşı, ne kadar çok öldük diye çırpındık 2016’ya veda etmeye çalışırken. Sonlanan her yaşam için tek tek üzülüp, kalanlar için iyi dileklerimizi sunduk evrene, birazcık bile yorulmadan. Ama ölüm, tüm engel tanımazlığı ile uzattı başını iyi dileklerin, sevinçlerin, gülüşlerin kucağına doğru. 2017, bir ölümün torbasından çıktı. Kana bulanmış, acıyla yoğrulmuş, çığlık çığlığa… Onat Kutlar da, tıpkı böyle kanlı bir yeni yılda, tüm umut ve barış çığlıklarının arasında tutmuştu ölümün ellerinden. The Marmara Oteli’nin altındaki Opera Pastanesi’nde çiçeği burnunda karısının 5. Evlilik yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken, cebindeki gümüş kolye henüz Filiz Hanım’ın boynunda süzülmemişken uzandı ölümün elleri. Ölüm bir patlama sesiyle, sigarayı yeni bırakan Onat Kutlar’ın, ferah olduğu için tercih ettiği Opera Pastanesi’nin vestiyerinde, bir ceketin cebindeki bombayla uzandı 1994 Aralık’ın 30. Gününde Kutlar’a.
*
Ayrılık şiiri “Ayrılık sabahı ne kadar beyaz/Ölümün hüzünlü arkadaşı kar/Bana ütülü bir çarşaf hazırlar/Bir karanfil tam yüreğimin üstünde” diye biter Kutlar’ın. Ölümün hüzünlü arkadaşı kar, gerçekten de ütülü bir çarşaf hazırlamıştı Kutlar için 11 gün boyunca. 1995’in 11. Gününde yüreğinin üzerine bir karanfil bırakıldı Kutlar’ın. Bir karanfil, kelimelerin anlatamadığı neyi anlatabilir? Bir çiçek, hangi cümlelerin içini doldurabilir düşündünüz mü hiç? Bir karanfil fısıldadı işte 11 Ocak 1995’te, “Onat Kutlar öldü” diye.
*
Onat Kutlar 22 yıl önce bugün, yaşama, umuda ve barışa bırakılan bir bombada sonsuzluğa karıştı. 58 yıllık yaşamı boyunca bir mücadeleyi en güzel nasıl söylerim diye uğraştı. Sinematek’i kurdu, Türk öykücülüğüne İshak’ı, Türk mektuplarına Yeter ki Kararmasın’ı Türk sinemasına Hakkari’de Bir Mevsim’i bıraktı. Şiirler yazdı, haktan, adaletten, eşitlikten, kardeşlikten yana türküler söyledi. Yeni yılı karşılamaya hazırlanan cıvıl cıvıl Taksim’de, düşmanlığın ve haksızlığın tohumlarını besleyen bombaların hedefi oldu. Saldırıyı önce IBDA-C adlı islami bir örgüt yaptı dediler. Ancak sonrasında Kutlar’in cinayeti İTÜ öğrencisi PKK’li Deniz Demir tarafından üstlenildi. Yazıyla onbir (11) yıl hüküm giydi Deniz Demir. 9.5 yıl yattıktan sonra da pişmanlık yasasına sığınıp sıyrıldı demir parmaklıklardan. Deniz Demir ellerinde aydınlığın kanları adım atınca sokaklara, Kutlar’ın o günü görmüşçesine yazdığı dizeleri sayıkladık biz de: “Rüzgarı mor fistanlı zamanın/Bu güzel şarkı da unutulacak/Kıyımlar acılar kanlar içinde/Savrulurken yaşadığımız günler/Bu soruyu mutlaka soracaksın/Ne kaldı ne kaldı bizden geriye?” diye.
25 Ocak 1936-11 Ocak 1995
Ferit Edgü, biricik dostu “Demek on beş yıl olmuş. Orhan Veli’yi, Sait Faik’i, Sevgi Soysal ve Tezer Özlü’yü düşündüğümde, altmış yaş az bir yaş değil. Ama Onat’ı düşündüğümde, niçin bilmem, onun ölümü bir delikanlının ölümü gibi geliyor bana. Kimin adına yapıldığını bilmediğimiz terörist bir eylemin sonucunda öldüğü için mi, yoksa imgesi belleğimde o ilk gençlik yıllarından kaldığı için mi, bilmiyorum” demişti Kutlar’ın ardından.
*
Demir Özlü ise “Onat hem hakiki bir insandı, hem de hakiki bir entelektüel. Yaşarken hep beraberdik.Aşılmaz hikâyeler, çok güzel denemeler, görkemli şiirler yazdı. Türk yazınında bıraktığı iz kalıcıdır. Türk modernizminin ve büyülü gerçekçi yazının kurucularındandır. Bugün ortada dolaşanlara bakıyorum da, kimsenin kendi yüzeyselliği kendisini ilgilendirmiyor. Kendi alanında derinleşme ve hakiki olma (sahihlik) dönemi değil de yaldız dönemidir bu.(…) Montparnasse Sokağı’nda, Cezayir Savaşı sırasında geceleri Sartre’la arkadaşlarının da oturduğu Falstaff kulübünde oturup, ilk metro başlayana kadar, kesemizin elverdiğince şarap içerek Bach’ın müziklerini dinlerdik. Bir iki gün sonra -ne mutlu ki- Paris’e uğrayıp Select kahvesinin terasında oturacağım. Orada nostalji, anı, içe-dalım olarak düşünme, vb. sarmalında kültürün ve silinmez olmuş dostluğun derin izleri içinde buruk ama derin bir mutluluk duyacağım. Çünkü o terasta yalnız da otursam, onlar oradalar” diyerek sonlandırmıştı Onat denince dilinde birikenleri.
*
İyi dileklerin arasında bir geleceği kucaklamak için ilmek ilmek işlerken yaşamı, en masum, en temiz hisleri kuşanıp yepyeni bir yıl beklerken, 22 yıl önce ilk Onat Kutlar öldü. Umutla bezenmiş her yeni yıl arifesinde biz onu hatırladık. Umutları kana bulayan her yeni yılda da siz onu hatırlayın istedik çünkü o istemezdi türküsü barış olanların, türküsü umut olanların unutuluşunu. Karanlığın, zalimliğin ve acının karlı dallar arasından bize doğru koştuğu bu korkunç zamanlarda kulak vereceğiz söylenmiş türkülere, yazılmış şiirlere. Yeter ki kararmasın düşüncelerimiz, yeter ki kararmasın aydınlık umudumuz diye var gücüyle çırpınırken, Kutlar da bunları düşünmüştü işte. Bunları düşünmüş ve şöyle demişti yüreği ellerinde: “Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin/Unutmamak için, çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz/Ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından/ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım/Durmadan düşünüyorum/Ne kadar çok öldük yaşamak için.”
***